Önce ben kendime kimi örnek alıyorum onu söyleyeyim. Benim adamım postacıdır. Hani o senelik izin aldığı zaman: “işte şimdi kendi keyfimce oturduğum ve çalıştığım şehri şöyle bir gezeceğim” diyen postacı. Ben de sözde istirahat edeyim, biraz başımı dinleyeyim diyorum, köye çekiliyorum ama aynı usulde dinleniyorum!...
İlk arayan Kutluca Köyü Muhtarı Engin Öztürk olmuş ve tarihi Taşköprü’nün restorasyon sürecine girdiğini haber vermişti. Artık bunu duyduktan sonra restorasyonun durumunu görmeden olmazdı. Hemen Taşköprü’ye gittik. Durumu inceledik. Tekrar eve döndük, istirahate başlayacağız. Bu sefer de Naip Köyü Muhtarı Yavuz Yazıcı kanıma girdi: Hocam bizim köyün kestane ormanları kesiliyor, zarar görüyor. Buna bir çare bulmak lazım dedi. Koruda anıt ağaçlar da bulunduğunu söyleyince,:“Yine yol göründü garip serime”. Tabi yol mol hak getire bırak arazi aracını traktör zor çıkıyor bu yağmurda, karda orman yollarında. Daha öncede söylemiştik. Deveyi yardan atan bir tutam ot. Bizi yola düşüren taşköprü ve anıt ağaç.
Aman sakın şikâyet ediyorum zannetmeyin. Ormandaki devasa kestane ağaçlarını görünce o eski Amerikan filmlerinde altın bulan kovboylar gibi sevindim. Sadece altın mı?Koca kestane ağaçlarının altlarında bu senenin ilk kardelenleri de ayağımın dibinde belirdi.
Daha ne isterim. Taşköprü’yü görmüşüm. Anıt kestane ağaçlarını bulmuşum. Kardelenleri gözlerimle sevmişim. Buraya kadar çok güzelde. İş orada, yani doğada bitmiyor. Esas takip Ankara’da. Kültür ve Tabiat Varlıklarının ne kadar ilgilisi varsa, Bakanından Müsteşarına haberler uçurduk. Konuşmalar, yazışmalar başlatıldı.
Şimdi acaba diyorum köye gittiğimde hiç yanıma cep telefonu da mı almasam. Kitap okusam, yazı yazsam. Telefon sesi yerine de horoz ötüşlerini dinlesem.
Ama bakın horoz dedim de aklıma ne geldi.: “horoz ölür, aklı çöplükte kalırmış.”