Dr. Sait Başer dostum, son yazım dolayısıyla Nihad Sâmi Banarlı’yı hatırlattı, çok da isabetli oldu.
O konuda bazı çalışmalarımızdan bahsedeceğim.
Beni en çok etkileyen kitaplardan biridir. O sene okul açıldığında lise edebiyat öğretmenimiz “Çocuklar yazın tatilde ne okudunuz?” diye sorduğu zaman heyecan ve sevinçle parmak kaldırmış, “Ben “Türkçe’nin Sırları”nı okudum.” demiştim. O ilk yazdan sonra yıllarca da elimden ve dilimden düşürmedim “Türkçe’nin Sırları”nı.
Nihad Sâmi Banarlı ne iyi etmiş de yazmış, ne güzel yazmış!
Maalesef kendisinden sonra Türkçe’nin durumu daha da kötüye gitti. Sadece yabancı kelimeleri kullanmaktan, ukalalıktan, özentiden ve özensizlikten kaynaklanan durumu kastetmiyorum. Dil, aynı zamanda kültür demektir. Nasıl ağzımızın tadını dille alırsak kültürün tadı da dille alınır, dille verilir.
İş o hale geldi ki gençlerin yabancı dil öğrenir gibi Türkçe’nin de kelimelerini yazarak, ezberleyerek öğrenmeleri gerekecek. “Kullanmasalar bile hiç olmazsa anlamını bilsinler.” diyeceği geliyor insanın. Ben bu yaşta hala sözlük okumaktan, sözlükten kelime çıkarıp öğrenmekten büyük keyif alıyorum. Gençlere de tavsiye ediyorum.
Kültür Bakanlığı olarak 2015’te “şehir ve insan” konusunu ön plana çıkarmıştık; ana projemiz oydu. Çok da iyi gidiyor. 2016’da ise nasip olur mu bilmem ama Türkçe konusunu Kültür Bakanlığı’nın ana projesi olarak düşünüyorum.
Türkçe’ye, dolayısıyla kültürümüze sahip çıkmak.
Biraz önce Bakanlık’ta Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Hayati Develi ile bu konuyu konuştuk. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaçalin ile de bu Türkçe konusunu gündemde tutmak zorundayız.
Maalesef bu konuda öne çıkan iki isim aramızda artık yoklar. Bu vesile ile Nihad Sâmi Banarlı ve Oktay Sinanoğlu’nu rahmetle anıyor, “İyi ki kitapları var.” diyorum.