Bizimki de saray mı!…
Topkapı’nın tamamı en geniş haliyle 700 dönümdür. Yıldız 500 dönüm, Dolmabahçe de 250 dönüm. Bunların alanlarının çoğu zaten zamanla daha da küçülmüştür. Hâlbuki İngiltere’deki Churchill’in Sarayı tam 8000 dönüm. Bakar mısınız aradaki farka.
Bu hafta Londra’da Gelibolu Savaşları’nın 100. Yılı etkinlikleri çerçevesinde Churchill’in müzesini görmeye gittim; Oxford’taki meşhur Blenheim Palace. Bakalım onlar nasıl bir tema ve tasarım üzerinde tarihi olay ve şahsiyetleri tanımlayıp müzeleştiriyorlar bir göreyim dedim. Hem de saray müzelerin nasıl yönetildiğini yeni bir örnek üzerinden inceleyecektim.
Churchill bir İngiliz aristokratı. Dedeleri kaç kuşaktan beri Dük. Atalarından miras kalan sarayda doğmuş. Sarayının içerisinde bir suni göl, bir büyük taş köprü, sayısız anıt, heykel, gül bahçesi, arberetum, gizli bahçeler, limonluk, havuzlar, kaskatlar var. Koru içinde de sayısız anıt ağaç, meşeler, sedirler.
Churchill Müzesi’ni ve sarayın kütüphanesini gezdikten sonra bahçelere çıktım ve orada kendimi kaybettim. İlerde çayırın ortasında bir koyun sürüsü otluyordu. Tabii her şeyi bir tarafa bırakıp peşlerine düştüm. Bunlar, sarayın koyunlarıymış. Yünlerinden istifade etmek için yetiştiriliyorlarmış. Özel olarak yapağaları işlenip saray müzesinde ürünler satışa konuluyor. Müze dükkanında kazaklar, çoban kasketleri, çoban değnekleri, yani abalar ve asalar satılıyor.
Tabii o kadar büyük alanda koşturduktan sonra insan yoruluyor. İstirahat etmek için alanlar da düşünülmüş. Her havuzun başı bir kafe, bir restoran. Özel şampanya barı bile var.
Koyunlardan sonra beni en çok etkileyen yer ise kütüphanesi oldu. Kitapların arasında serbestçe dolaşabiliyorsunuz. Bizim de III. Ahmed Kütüphanesi’ni yeniden değerlendirmemiz lazım.
Topkapı Sarayı’nda koyun olur mu, diye hiç boşuna düşünmeyin, kendinizi yormayın. Sakın bana da sormayın, dönemin minyatürlerine bakın, Divan Avlusu’nda hangi hayvanların dolaştığını göreceksiniz.