İnsan ister istemez mukayese ediyor. Her gittiğim, her gördüğüm sarayı bizim Topkapı ile karşılaştırıyorum. Yine öyle oldu. Genelde, “Bizimkinden güzeli yok, Topkapı’nın yeri başka.” der, memlekete dönerim. Fakat bu sefer Fransa’da biraz canım sıkıldı.
Aslında Versailles’ın ısıtma tesisatını incelemeye gitmiştim. Koskoca sarayın girmediğim yeri kalmadı. Binaların mimarisi ve bahçelerin tanzimi gerçekten çok güzeldi. Sayısız fıskiyeli havuz bile beni çok etkilemedi.
Tam artık “Gerçekten Topkapı’dan güzeli yok.” diyerek ana kapıdan çıkıp gidiyordum. Yanımdaki rehber, “İsterseniz şu karşıdaki binaları da göstereyim.” dedi. “Hadi bakalım orayı da görelim, onlar neymiş?” diyerek yürümeye başladık. Ana girişin tam karşısında birbirine simetrik büyük avlulu iki bina duruyordu. Önlerine kadar yürüdük. İşte tam orada benim için öldürücü darbe geldi. Bunlar sarayın has ahırlarıdır. Büyük ahır ve küçük ahır: petite écurie, grande écurie. Ben yine de son bir ümitle “Artık, içinde at falan yok değil mi?” dedim. “Olmaz mı, at bu sarayın en önemli unsurlarından birisidir.” dediler. “Buradaki atlar, devamlı gösteri yaparlar. Karşılama törenlerinde, önemli günlerde bir program dahilinde her zaman atlar meydandadır. İnsanlar, saray kadar atları da görmeye gelirler.” diye ilave ettiler.
Eyvah ki ne eyvah! El oğlu has ahırlarını da, cins atlarını da, koşumlarını da aynen muhafaza ediyor. Depolarda saklamıyor, arada bir sergiye çıkarmıyor. Yiğidin malı da, süvarinin atı da ortada olacak demişler…
Hiç olmazsa yıllar sonra Topkapı’ya atlı birliği getirebilmiş, atlı okçuluk gösterileri yapabilmiştik.
Anlaşılan o ki şimdi sıra büyük at gösterilerinde…
Daha yapacak çok işimiz var çok…